105 yaşında restorasyon gereken antika bir yelkenli ile okyanus aşılır mı? Yelkenli seyir ile Meksika’dan Panama’ya oradan da İngiltere’ye kadar gidilir mi? Yaptım ama nasıl oldu, bir de bana sorun..
Katılmaya Karar Vermek
Hiç aklımda yoktu, Meksika’dan yelkenli ile ayrılmak. Kolombiya’ya kadar karadan tüm Orta Amerika ülkelerine gire çıka seyahat ederim diye planlıyordum. Bir anda yükseldi Emre’nin sevinç çığlığı, www.crewskeers.net adresinde 105 yaşında ahşap bir teknenin yardıma ihtiyacı olduğunu ve yetişebileceğimiz tarihlerde Meksika Ensenada limanında olacağını öğrenince. Pek hevesli değildim ilk duyduğumda.. Dedim ya planlarım vardı. Nikaragua’yı görecektim daha. Meksika’da 4 ay geçirmiş olmam, Nikaragua’yı unuttuğum anlamına gelmiyordu. Nikaragua için gelmiştim ben Orta Amerika’ya ve görmeden ayrılmayacaktım. Emre, Anne Marie isimli yelkenliye başvuru yapacağını söyledi. Tamam dedim. Ne de olsa, beraber 3 ay seyahat edip sonra yolları ayırmaya karar vermiştik, zaten 3 aydan fazlasını da geçirmiştik. Yolları ayırmanın tam vaktiydi. Tamam dedim ben de Nikaragua’ya doğru giderim işte. Teknenin de bir blogu varmış, onu gönderdi. Meraktan baktım işte. Aklıma düştü birden yelkenli seyir fikri. Hem de 105 yaşında antika bir yelkenli tekne. Komple tik. Her şey manuel. Ne oto-pilot var, ne buzdolabı. Meksika Ensenada’dan Pasifik kıyılarından Panama’ya kadar inecek, kanalı geçecek. Kanalı da geçen tanıdığım kimse yok. Bir Emre var ama o da kaptan, sayılmaz, işi o.
Yelkenli 1911’de İngiltere’de dönemin Danimarka başbakanı Baron O. Reedtz-Thott için özel olarak üretilmiş, yat yarışlarına katılsın diye. Danimarka prensesinin ismi verilmiş Anne Marie. Danimarka kralı da katılmış yarışlara. Artık teknede ne hayatlar yaşandı, ne hayaller kuruldu bilinmez. İki dünya savaşı atlatmış Avrupa’da hala dimdik ayakta.. İçim kıpırdandı, ya ben de mi gitsem dedim. Derken Simon’la konuştuk ama umutsuzum. Ne yapsın adam beni teknede. Tamam eski çalıştığım şirketin yelken kulübü ile bir kaç yarışa katıldım, Ege kıyılarında yelkenli seyir de yaptım ama koskoca Pasifik ile aynı şey değil ki!
Kabul Süreci
Başvurdum böyle bir macera kaçmaz diye. Atlantik geçişi aklımda vardı ama böyle zorlu bir yolculuğu hiç hayal etmemiştim. İnsan hayatında kaç kez böyle bir deneyim yaşar diye şansımı denedim. Bir kaç gün sonra Simon’dan bir e-posta geldi, ekibe kabul edildiğimize dair.
Ekipman Hazırlıkları

Tarihler ayarlandı. Hazırlıklar yapılacak. Ekipman sponsorum Kutupayısı aslında ama ben çok uzaktaydım ve zaman sıkıntısı vardı. İhtiyaçları minimum derecede listeleyip, alışverişe koyuldum. Her ne kadar tropiklere doğru bir yolculuk olacaksa da, Meksika’nın kuzeyi soğuk, okyanus daha soğuk. O nedenle kaliteli bir tulum ve su geçirmez ceket gerecekti. Tropiklerdeki fırtınalar için ise sahip olduğum Marmot yağmurluk ve polar yeterli. Bir de güvertede giymeye uygun deniz ayakkabısı, çizme ve uyku tulumu gerekliydi. Simon’ın elinde fazla tulum ve ceket varmış, onlar o şekilde halloldu. Denizcilik ekipmanları satan dükkanlarda çizmelerin fiyatlarına şöyle bir baktım, fiyatlar uçmuş sanki yelkenli teknenin kendisini satacak. Ben de arayıp tarayıp bir tane bahçıvan çizmesi ile yaklaşık 30TL’ye sorunu çözdüm. Uyku tulumunu da Amerika’ya elektronik geçişi için geçmişken hallettim.
Ekip ile Tanışma
Konuştuğumuz tarihte Ensenada limanına vardık. Anne Marie ve ekibi bizden önce gelmiş, yolda ölen motoru değiştiriyorlardı. Tabii benim içim kıpır kıpır. Bir heyecanlar bastı. Acaba ekip nasıl, anlaşabilecek miyim, yolculuğun altından kalkabilecek miyim gibi kafada binbir sorular dolaşıyor. Ekip beş kişiden oluşuyor. Benim dışındakiler Simon, Rupert, Oz ve Emre. Simon (skipper) 40’larında bir İngiliz. İngiliz bir lordun özel yat kaptanı ve ahşap bot meraklısı. Rupert 50’lerinde eski bilgi işlem çalışanı bir İngiliz. Oz ise 65 yaşında tam bir adrenalin bağımlısı, eski base jumper, wikipediada adı geçen cinsten. Emre’de yelken sevdalısı bir tanker kaptanı. Tek kadın benim tabii. Neyse ekiple bir kaç gün geçirince baktım hepsi tatlış, tamam dedim bunlarla 1 ay geçer.
İlk işler

Oz ve Simon motor değişimine odaklanmışken, bana da teknede yapılacak ilk iş olarak güverteyi boyamak düştü. Zaten pek severim, boya badana işlerini, cuk oturdu. Biraz boyayı fazla harcamış olabilirim ama o benim işi düzgün yapma isteğimden kaynaklandı.
Ardından biraz temel yelken eğitimi ve temel bağları öğrendim.
Sonrasında ise en kazık yerden geldi. En istemediğim iş başıma kaldı. Kumanya hesabı… 5 kişinin bir ay sürecek yolculuk boyunca neler yiyeceğini, ne kadar yiyeceğinin kararını vermek hesabını yapmak ben Emre ve Rupert’a kaldı. Böyle büyük bir sorumluluk almak istemiyordum. Buzdolabı olsa dert değil. Ama buzdolabı yokken, “taze gıdalardan hangisi dayanır hangisi çabuk çürür, alınan miktar kaç günde tüketilir” bunlar hep ince düşünülmesi gereken şeyler. Görevin verildiği ilk gün stresten işin altından kalkamadım ve “internette vardır hesap yapan bir program yaaaa” diyip ortalıktan sıvıştım. İnternette öyle de bir şey bulamadım. Gece uykularım kaçtı nasıl yapacağım diye ama yöntemi buldum. 4’te kalkıp bir excel tablosu hazırladım ve artık hangisinden ne kadar almam gerektiğini biliyordum.
Ertesi gün elimizde koca bir alışveriş listesi, Rupert ve Emre ile wallmarta doğru yollandık. Meyve ve sebzeden, tuvalet kağıdına, sabundan, suya kadar upuzun bir liste. Emre’nin yerinde müdahalesi ile mağaza müdürü bize birer yardımcı ayarladı, alışveriş daha kısa sürsün diye. Çıkarken kaç alışveriş arabası vardı bilmiyorum ama arkası poşetlerle dolu bir kamyon, şoför ve torbaların taşınması için bir yardımcı daha verdiler yanımıza. (Seyir sonunda ortaya çıktı ki, alışverişi tam olması gereken kadar yapmışız)
İş dağılımı
Simon ile ilk görüşmemde her işi yapabilecek misin, altından kalkabilecek misin gibi sorular sormuştu. Ben de merak etme, verdiğin tüm görevleri yerine getiririm demiştim. Bu nedenle iş bölümünde herkesin eşit olacağını en başından beri biliyordum. Zaten bunu istiyordum da. Ekip 5 kişi olduğu için iki grup olarak vardiya tutacaktık. Simon skipper, her şeyden sorumlu. Emre ve Oz vardiya lideri. Rupert ve ben ise fasülye 🙂 Dediler ki, Emre ile çift olarak mı vardiya tutmak istersiniz yoksa ayrı ayrı mı. Biraz ekiple daha kolay kaynaşalım diye ayrı tutmaya karar verdik. İyi ki de öyle olmuş. Benim ekip arkadaşım Oz, dünyanın en fırlama, en geyik adamı çıktı. Çok eğlendim.
Günlük Rutin
Gündüzleri 6-18 arası 4’er saatlik 3 vardiya, akşamları 18-06 arası ise 3’er saatlik 4 vardiyaya bölündü. Bu ne demek? Yani gündüzleri 4 saat çalışıp 4 saat dinlenme, geceleri ise 3 saat çalışıp 3 saat dinlenme şeklinde geçti. Tabii manevra yapılacağı zaman saat kaç olursa olsun herkesin güvertede olması gerekiyordu. Bu da, günde minimum 12 saat çalışma demek, o da şanslı gününde olursan. Gece derin bir uyku çekilememesi, en büyük sıkıntımızdı. Bir hafta idare edebilsem de, daha uzun sürelerde vücut yorgun düşmeye başladı. Hele bir de üstüne fırtınaya filan denk gelirsen…
Oto-pilot yok dedim ya.. Haliyle 7-24 sürekli birinin dümende olması gerekiyor. Bir yandan pusulaya bak, diğer yandan sağdan soldan ya da arkadan gelen dalgayı hesaplamak ilk başta zordu. Sonra öğreniyor insan. İlk hafta dümen tutarken sürekli yanımda birisi vardı, tek kalmayayım yardıma ihtiyacım olursa diye, sonra ben öğrenince kimse gelmez oldu. Gelselerdi de iki muhabbet etseydik ya.. Neyse.. Gündüz dümende 3 saate kadar zorlanabiliyor ama gece 1 saatten sonra insanın dikkati dağılıyor, maksimum 2 saate kadar dayanabiliyorum ama gece dümen tutmanın keyfi de ayrı. Hiçbir ışık yok sadece yıldızlar. Yemekleri de, vardiyadakiler hazırladı. Ben dümen tutarsam, Oz yemek yaptı. Hem de ne güzel yaptı. Adam elleriyle yaptığı her şeyi bu kadar mı güzel yapar ya..
Seyir Boyunca
Seyir ne kadar zorlu geçtiyse o kadar da keyifliydi. Yaşamadığımız sıkıntı kalmadı. Motor bozuldu, o tamir edildi. Bir kere yelken yırtıldı, o tamir edildi. Başka bir gün yelken söküldü dikişlerinden, ben diktim. Bahaneyle yelken dikişini de öğrenmiş oldum. Arkadan gelen dalgaların üzerimize kırılmasını engellemek için koca kalın bir halat saldık, teknenin kıç tarafından. Eski bir denizcilik tekniğiymiş. Görmediğim şey kalmadı.
Rupert her gün kendisini bir şekilde yaralamayı başardı. Bir insan bu kadar mı sakar olur yahu. Bir gün düştü kolunu bacağını yardıysa, ertesi gün üzerine çay döktü, sonraki gün yine kendini yaktı. Alışmıştım artık Rupert’ın kendini yaralamasına bir şekilde ama Emre’nin başına gelen fenaydı.
Rüzgarın çok şiddetli olduğu bir anda balon yelkeni açmaya çalışırken, Emre ile birlikte tutmaya çalıştığımız yelken halatı bir anda elimizden kaçtı. Bir şekilde yeniden tuttuk, Oz ve Emre vince sardılar halatı ama vinç arızalıydı. Normalde etrafına sardığında tutması ve geri kaçırmaması gereken vinç, ters yöne döndü ve Emre’nin parmakları sıkıştı, haliyle de kırıldı. Ne yapacağımı bilemedim. Buz getireyim desem nerde, buzdolabı yok. Kırılan parmağa yapılabilecek ilk yardım tekniği ne ki? En yakın hastane iki gün mesafede. Kaldı tabii öyle. Neyse ki parmakların uç tarafında idi kırık. Kırık diyorum ama bu benim çıkarımım. Hastane filan görmedik. Ardından gelen günlerde Emre parmaklarını açıp kapatmakta oldukça zorluk çekti, zaten davul gibi de şiştiler. Halat tutmak ne mümkün. Sanırım tek kazasız ayrılan benim tekneden. Yalpada yemek yapmaya çalışırken, bıçakla yere düşmem hariç.. Onu da sıyrıksız atlattığım için kazadan saymıyorum, ama tırstım.
Zorluklar
En büyük zorluk tabii ki uykusuzluk oldu. Yoğun bir tempoda, fiziki çalışmanın üstüne uyku alamamak biraz motivasyonumu düşürdü. Hele ki teknenin güvertesindeki ahşapların aralarının açık olması nedeniyle her dalgada, kamaraya giren su ile sürekli tuzlu olmak, ve ıslak uyku tulumu ile uyumaya çalışmak. O noktada ne işim var burada sorusu kafamda dolaşmadı dersem yalan olur.
Sanki hiç yelkenli tekne ile seyir yapmamışım gibi deniz tuttu. İlk hafta sadece kustum ve hiçbir şey yiyemedim. Günü yarım elma ile kapatırsam kendimi şanslı sayıyordum ama bu vardiyadan kaçmak için bir bahane değildi. Dümeni tutarken midem bulanırsa, Oz’a seslenip iki dakika mola isteyip, kustuktan sonra dümeni geri alıyordum. Hahahaha.. Keşke videosu olsa da paylaşabilsem.
Buzdolabının yokluğu ile tropik sıcaklarında bir bardak soğuk su içememek ise ayrıca koydu. Yalpada yemek yapmaya çalışmak ise başka dertti. Doğradığım her şeyin sürekli olarak yere düşmesi, zeminin kayganlaşması filan üstüne tuz biber serpti.
Ben zorluklardan çok fazla yakınmayı sevmem ama teknenin teknolojisizliği itibariyle yaşananları da anlatmam gerekiyor.
Şunu da çok net söyleyebilirim ki bu zorluklar olmasaydı, bu kadar iyi bir yelken eğitimi almış olmazdım. Bu zorluklar sayesinde öğrendim, bu zorlukları çözdükçe keyif aldım.
Keyifler
Gelelim keyifli kısımlara…
30 knot fırtınada dümen tutmak, Poseidon’un tükürürcesine üzerime dalgalarını göndermesi ve adrenalin.. İşte buna bayıldım. Daha önce dümen tutmamış bir insan olarak, fırtınaya girip, sağsalim çıkabilmek, başardığımı hissetmek tam bir motivasyon kaynağı oldu benim için.
Fırtınasız günlerde ise yelkenli tekne ile birlikte yüzen yunuslar, göç eden balinalar, suyun üzerine sıçrayan vatozlar, Pasifik’in o eşsiz gün batımları ve samanyolu… Samanyolunu görmek, her gece orionun kayıp yıldızına bakmak bu seyiri unutulmaz kıldı benim için.
En unutulmaz olanı ise tabii ki Panama Kanalı geçişi idi. Normal şartlarda sadece belgesellerde görebileceğim bir şeyi deneyimleme fırsatını kaçıramazdım. İyi ki de, kaçırmamışım. O kanalı bir yelkenli tekne ile geçtim yahu. Daha ne olabilir?
Normalde yaşadıklarımı biraz hikayeleştirmeyi seviyorum ancak bu 30 günlük deneyimi hikayeye dönüştürmek ya da özetlemek mümkün değil, çünkü her gün ayrı bir macera yaşadım. Bir kaç gün içerisinde teknede tuttuğum günlükleri parça parça yayınlayacağım. Panama kanalı geçisini ise ayrıca yazacağım. Merak edenler oradan takip edebilir.
Meksika seyahatlerim için ise link burada
https://bilinmeyenrota.com/gezi/k-amerika/meksika/
Güzel bir şey başardın Tuğçe’cim, her deniz sevdalısının hayatta birkez isteyeceği cinsten hem de… Geriye baktığında böyle güzel hatırlayabilmek, anlatabilmekse katlıyordur eminim yaşadığın keyfi..
Tebrikler!
Tuğçecim yazını bi çırpıda okudum ve bayıldım… Tüm zorluklarıyla harika bir deneyim olmuş. İyi ki karar verip katılmışsın. Bundan iyi eğitim olmazdı…
Evladım ne işin o koca denizlerde annen le beraber çeşit çeşit makarnalar yapmak, çay içmek tv karş çiyit çitlemek, belkide sevdiğinle evlenip çoluk çoçuğa karışmak varken. Akıllı olunuz lütfen yahu..
=)
Cesaret,Azim,İstikrar..
Tebrik ederim çok keyif alarak okudum yaşadığın ve paylaştığın deneyimlerin çok güzel.
iyi ki varsın .
Başarılarının devamını diliyorum ..
Paylaşımın için çok teşekkür ederim…. Olanları çok iyi anlatmışsın….